Akrabalar Neden Sevilmez? (Genelde) - MiskinAdam
SOSYOLOJİK

Akrabalar Neden Sevilmez? (Genelde)

Elbette hepsini kast etmiyorum ama çoğumuzun sevmediği, hatta uzak durmaya gayret ettiği birkaç akrabası vardır. Öyle ki bu konudaki serzenişleri mizah sayfalarında, karikatürlerde, sözlüklerde ve sosyal medya platformlarında sıkça görüyorum. Gelin, olayın iç yüzünü tartışalım ve varsa eksiklerimiz bunlarla da yüzleşelim.

akrabalar neden sevilmez

1) Akrabalar Arası Rekabet ve Kıskançlık

Bu en kolay gözlemlenen ve en çok dile getirilen kısmıdır. Bana kalırsa sebebi çok da barizdir: İnsan başarı veya başarısızlık adına referans belirlerken önce en yakınındakilerden başlıyor. Dolayısıyla bizler birer mukayese konusu oluveriyoruz. Öte yandan çocuk gelişim uzmanları sık sık şunu vurguluyor: Çocuğunuzu bir başkasıyla kıyaslamayın. Çünkü bunun yıkıcı sonuçları var. Bizler, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde başkalarıyla kıyaslandığımız için yıkıcı sonuçlardan payımıza düşeni alıyoruz. Dolayısıyla problemin kaynağına (çevre, akraba) karşı bir öfke geliştiriyoruz. Bu maddenin çok basit ve anlaşılır olduğunu düşündüğüm için daha fazla detaylandırmadan yeni maddeye geçiyorum. 

2) Akrabalarımızın Özgürlüğümüzü Kısıtlaması

Bizler birlik beraberlik içerisinde yaşamaya ihtiyaç duyan canlılarız. Çünkü birlik beraberlik, en temel ihtiyaçlarımızdan biri olan “güvenlik” ihtiyacımızı da karşılar. Bir elin nesi var, iki elin sesi var… Sonuç olarak, güvenlik ihtiyacımızın, sürü halinde yaşamamıza sebebiyet verdiği bilgisini cebimize koyalım. 

Fakat:

Sürü halinde yaşamanın da kendi içerisinde katlanılması güç zorlukları vardır ve bizim sürümüzü en başta akrabalarımız temsil ettiği için zorluğun kendisi de onlar olabilir.

Peki zorluk çıkartan kısmı neresi? Onu da tartışacağız ama önce Friedrich Nietzsche’nin insanları nasıl kategorize ettiğinden çok kısa bahsetmek istiyorum.

Friedrich Nietzsche’ye Göre;

  • A) Sürü insanı: Geleneksel değerleri sorgulamadan kabul eden bireyi sürü insanı olarak adlandırır.

  • B) Özgür İnsan: Sürü psikolojisinden kurtularak sorgulamaya başlayan bireyi özgür insan olarak adlandırır.

  • C) Üst insan: Kendini gerçekleştirerek, kendi değerlerini yeniden inşa eden bireyi üst insan olarak adlandırır.

Sürü insanı, özgür insan, üst insan. Üç tane kategori saydım ve tanımlarına katılıyorum. 

Ben, burada en çok “özgür insan” tanımıyla ilgileniyorum ama “üst insan” tanımına da parantez açmadan geçmek istemiyorum. Çünkü üst insan derken aslında üstün, kusursuz insan anlamında söylenmemiştir. Aytuğ Akdoğan, Nietzsche’nin üst insan tanımını çok güzel bir şekilde özetlediği için direkt ondan alıntılayarak paylaşmak istiyorum: 

“Üst insan, en basit tanımıyla, kim olmak istediğine ve nasıl yaşayacağına kendi başına karar verebilen ve bu yolda bedel ödemeye hazır olan insandır.“

Bence Aytuğ Akdoğan’ın özetlediği şekilde üst insan sınıfına ait olmak istemek bir tercihtir. Herkes bunu tercih etmek zorunda değil. Daha kolay olanı seçip, toplumu büyük oranda karar verici kılmak isteyebiliriz. Bu tamamen kişilik meselesi. Kısacası üst insan olup olmama fikri, tercihe bağlı olabilir. Burada tercihe bağlı olmayan bence “özgür insan” olma fikridir. Özgürlüğümüzü, bir başkasının istekleriyle takas edemeyiz. Bu öyle bir ihtiyaçtır ki, bu uğurda ülkeler arası kanlı savaşlar olmuştur. Çünkü tutsak biri mutlu olamaz.

Peki, neydi Nietzsche’nin özgür insan tanımı? 

“Sürü psikolojisinden kurtularak sorgulamaya başlayan birey…” 

İşte şimdi, bu tanıma göre akrabalar mutsuzluk sebebi olmaya başlayabilir. Basit bir örnek vereyim. Biriyle yuva kurmak istediğimizde ailemiz şu soruyu sorar: 

“Bizim ailemize uygun biri mi?”

Buradaki uygunluktan kasıt aslında ahlaki uygunluktur. Yani aslında ailemizin kendi içerisinde bir ahlak tanımı vardır ve bu tanıma uygun insanları aileye dahil etmek isterler. Belki bu konu umurlarında olmayacaksa bile onların da kafasında kendi akrabalarının neler söyleyeceğine dair endişeler vardır. Baskı vardır. Demek ki eş seçimi yaparken bile yüzde yüz özgür hissedemiyoruz. 

Özgür değilsek mutlu da değiliz. Dolayısıyla her mutsuz insan gibi, bizi mutsuz eden şeye karşı bir öfke geliştiriyoruz. Yani ailemize, akrabalarımıza… 

Özetle: Bazı akrabalarımızı sevmeyişimizin sebebi, tabiri caizse mahalle baskısıyla, özgürlüğümüzü elimizden almalarıdır.

Ve ne demiştik? Özgürlük ihtiyacımız, başkalarının istekleriyle takas edilemeyecek bir ihtiyaçtır. İşte bu takasa müsaade edersek onlardan nefret etmeye başlarız. Buna müsaade etmezsek onları sevebildiğimizi fark ederiz. 

Dolayısıyla akrabalarımızı sevmiyorsak bu sadece onların hatası veya eksikliği değildir. Burada bizim de ihmalimiz vardır. Fazla söz hakkı vermişizdir veya özgürlüğümüzü koruyamamışızdır. Hatta hatanın büyük bir kısmı bizdedir. 

Geçenlerde sosyal medyada popüler olan fakat kime ait olduğunu bir türlü bulamadığım bir sözü paylaşmak istiyorum:

“Neye tahammül ettiğinize dikkat edin. İnsanlara, size nasıl davranacaklarını öğretiyorsunuz” 

3) Aile İçi Bağımlılık ve Statü Arayışı

İnsanın ihtiyaç duyduğu şeylerden biri de statü sahibi olmak ve bunun karşılığında saygı görmektir. Statü arayışı, akrabalık ilişkilerine de yansır. Mesela ekonomik olarak bizden daha üstün olan akrabalarımız, kendilerini statü olarak da üstün görebilirler. Hatta çoğu kez biz de onları öyle görebiliriz. Fakat bu sadece ekonomiyle ilgili bir durum değil. Büyüklük-küçüklük ilişkisi de bir statü farkı olarak yorumlanabilir. 

Tıpkı güç istenciyle zehirlenmiş politikacılar gibi, akrabalarımız da farkında olmadan aile içi siyaset yapmaya başlarlar. Güç ve statü sahibi olmak isterler. Bazen, hiçbir talebimiz yokken bize ramazan kolisi göndermeye başlarlar. Siz bu ramazan kolisini ister maddi, ister manevi katkı olarak düşünebilirsiniz. Özellikle “ramazan kolisi vermek” şeklinde tanımladığım bu davranışı, politikacıların stratejileriyle bağdaştırabilmemiz, aradaki benzerliği hatırlamamız için kullanıyorum. 

Acaba biz yoksak, akrabamızın aile içi statüsü de yok mu? Amca örneğinden devam edecek olursak –herhangi bir akrabamız da olabilir– amcamız, gücünü hissedebilmek için ona bağımlı olduğumuzu görmeye ihtiyaç mı duyar? Sanırım bu örnekte bağımlı olan taraf biz değiliz; amcamızdır. Biz tıpkı bir sigara gibi, bağımlılığa konu olan eşya oluyoruz. Öte yandan bizler eşya olmadığımızın bilincinde olduğumuz için bu durumdan er ya da geç rahatsızlık duyar, örneğe konu olan akrabamızdan soğumaya başlarız. Hatta bazen nefret ederiz. 

“Talep edilmeden vermek, hükmetmektir.”

Serhat Yabancı (Aile Terapisti / Yazar)

Elbette dayanışma içerisinde olmak güzel bir davranış. Peki bunun samimi bir dayanışma olup olmadığına nasıl karar vereceğiz? Bence basit: Muhabbetinden hoşlanmadığımız, başımızı okşamayan, bizi anlamaya çalışmayan ve/veya benzer nedenlerle arada gerçek bir sevgi bağı olmayan bir akrabamızın bize iyilik yapması, muhtemelen samimi değildir. Şayet buna müsaade ediyorsak biz de az çıkarcı değiliz demektir. Sadece tek tarafı suçlamaya gerek yok.

Toparlamak gerekirse: Akrabalara karşı zaman zaman öfke duymamızın en belirgin üç sebebini gözlemliyorum: 

  1. Rekabet ve Kıskançlık
  2. Özgürlüğümüzün Kısıtlanması
  3. Statü Arayışından Kaynaklı Bağımlılık 

Ve hepsine müsaade edip etmemek bizim elimizde. Elbette bedelleri var. Kolaycılığı seçip bedel ödemekten kaçıyorsak boşuna akrabalarımıza suç atmamıza gerek yok. Birey olup kendimizi yaşama cesareti gösteremiyorsak sorun onlarda değil, sorun bizdedir.  

Anlatmaya Üşendiklerimi Yazıyorum
MiskinAdam


Yeni yazılarımı Instagram'da duyuruyorum. Takip et, iletişimde kalalım ✔️

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yeni yorumları e-posta aracılığıyla bana bildir. Ayrıca yorum yapmadan da abone olabilirsiniz.

Bu yazı ilgini çekti mi?

Yeni yazılarımı Instagram‘da duyuruyorum. Takip et, iletişimde kalalım ✔️