Depresyon veya Psikolojik Bunalımdan Sonra Güçlenmek | MiskinAdam
PSİKOLOJİK

Depresyon veya Psikolojik Bunalımdan Korkma: İnsan, Kendisiyle Olan Savaştan Daima Galip Çıkar!

“Psikolojik sorunlar yaşıyor, bunalım veya depresyon geçiriyorsan mutlaka okumalısın. Emin ol bu yazıda, klişe tesellilerden çok daha fazlasını bulacaksın.”

Ondan Ayrıldığım Akşam, Hayatımın En Büyük Kumarını Oynadığımı Henüz Bilmiyordum!

O da kim?

Onun adı: Norm.

Diğer bir deyişle, toplum normalleri.

Kendim de dahil, şu davranışı çokça insanda gördüm: Yolunda giden hayatında bir anda bocalamak ve dışarıdan bakınca anlamsız gibi görünen kararlar almak; anlamsız kaygılara kapılmak veya anlamsız işler yapmaya başlamak…

Peki, “anlam” dediğimiz şey tam olarak nedir?

Neyi anlamlı, neyi anlamsız buluyoruz?

İşte, tam bu noktada toplum normları devreye giriyor.

Genel bakış açısına göre anlamlandırması güç düşüncelere sahip olduğumuzda veya anlamlandırması güç işlere kalkıştığımızda duygularımız “anormal” yaftası yiyor.

depresyon ve psikolojik bunalım

Sanırım, psikolojik sorunların ve bunalımların temeli bu sözcükte gizli: Anlam verememek! 

Hint sinemasının başyapıtlarından bir olan “Her Çocuk Özeldir” filmini hatırladım. Sadece çocuklar değil; her insan özeldir.

Duygular özeldir!

Bu nedenle, yaşadığımız duyguların toplum normallerine uyup uymadığını test etmek büyük bir hata olsa gerek. Başkaları için basit bir problemin bizim için hayattan soğutacak düzeyde bir problem olmasını “anormallik” olarak yorumlamak doğru değil.

Size, Paulo Coelho‘nun “Aldatmak” isimli kitabının arkasındaki yazıdan ve bazı örnek durumlardan bahsedeyim.

Elbette bu yazının konusu veya öznesi ben değilim ancak her yazar gibi ben de kendi deneyimlerimden yola çıkarak örnekler vereceğim. Dolayısıyla, örnekler arasında kendimden bahsettiğim satırları da mazur görün lütfen.

Mutlaka kendinizden bir şeyler bulacağınızı düşünüyorum.

Şımarık Depresyonlar Yaşadım(!)

İş hayatına çok erken yaşta atıldım ve genellikle yönetici pozisyonlarına layık görülerek iyi bir kariyer edindim. Her ne kadar geç kalmış gibi görünsem de çocukken bolca övgü alan resim ve yazım yeteneklerimi yeniden parlatmaya karar verdim. Resim konusunu bir köşeye park etsem de yazı yazmaktan hiç vazgeçmedim. Toplumun saygı duyduğu, eğitmenlerin sıkça tavsiye ettiği meslekler üzerine akademik eğitim alsam da asıl ilgi alanıma, yazarlığa geri dönmeyi başardım ve bu alanda da iyi bir kariyer edindim.

Yani hayatım; kariyer ve ekonomi yönünden iyi gitti.

Yaşıtlarıma oranla “vitaminsiz” kategorisine uygun olan kilom, hafif kambur iskeletim ve Fatih Sultan Mehmet’i andıran kemerli burnuma rağmen; hem çok güzel sevgililerim oldu hem de çok güzel ve olgun bir kadınla, jübile tadında bir evliliğim oldu. Sonrasında, dünyalar tatlısı bir oğlumuz…

Kısacası, dışarıdan bakınca imrenilecek bir hayatım olduğunu inkar etmiyorum.

FAKAT!

Fakat sonrasında, birçoklarının “rahatlık götüne mi battı?” sorusuyla yargılayabileceği, bir takım sorunlar yaşamaya başladım.

Evliliği, gizli kuralları olan bir tür kafes gibi görmek, çocuk sahibi olmayı ise ayak bağına sahip olmak gibi yorumladım. İçimdeki özgür ruhun ne kurallara ne de engellenmeye tahammülü olmadığını fark ettim!

Birileri buna “abazanlık” dedi.

Birileri “şükürsüzlük” dedi.

Birileri başka şeyler söyledi ama pek az insan, samimi bir şekilde, “seni anlıyorum” diyebildi.

Biliyor musunuz: Kibirli olmanın tek faydalı yönü, otoritesine saygı duymadığınız insanların neler düşündüğünü dikkate almamaktır. Hatta onların fasulyeden bile küçük bir beyne sahip olduğuna içten içe inanmaktır. Şahsen, derecesi tartışmaya açık olan kibrimin bana sağladığı tek fayda bu olmuştur: Bazılarını ciddiye almamak!

Yakın dostumun, çocukluk arkadaşımın bir sloganı aklıma gelir. Şöyle der dostum:

“Biraz Kibir Lüften!”
-Süleyman Kapıcıoğlu

Ben, bu sloganı sever ve altına imzamı atarım!

Neden?

Çünkü: 

Bilirim ki, aşırı tevazu da kibirden gelir.

Bilirim ki, birey olmayı başarmış insanlar, başkalarının doğrularına göre değil, kendi doğrularına göre hareket ederler.

Bahsettiğim kişiler, tartışmaya kapalı insanlar değiller. Onlarla istediğiniz zaman tartışabilirsiniz ve sizin doğrularınıza şans vereceklerinden şüpheniz olmasın. Onlar, sabit görüşlü veya gelişime kapalı insanlar da değildir. Biraz kibir dediğim şey aslında, tüm verileri değerlendirmeye alıp sonucunda ise ulaştığı bireysel kararı uygulama cesareti gösterebilen insanlardır.

Yani, toplum baskısına göre değil; kendi kararına göre aksiyon alabilecek güçteki insanlar…

Gereksiz tevazu sahibi olmayacağım ve ben de güçlü bir birey olduğumu savunacağım. Hayatım ve kararlarım en çok da beni ilgilendirir! Şahsımın mutlu olmadığı bir hayatta, Müslüm Gürses arabeski yaparak avunamam ve yüce makamlara layık görülen “fedakar” sıfatına nail olmaya çalışamam. İyi bir dünyanın sadece ve sadece sevgi temelli olabileceğini düşünen biri olarak şunu savunuyorum: Kendini veya kendi hayatını sevmeyen birinin değil fedakarlık etmesi; hayatını sürdürmesi bile mucizedir. Esasen, bilime itimadı olan her insanın bu şekilde düşüneceğine dair güçlü bir inancım da var.

Uzun yıllar psikoterapi deneyimi olan ve psikoloji bilimine itimat eden biri olarak şunu biliyorum:

Psikologlar, kendisi mutlu olmayan bir insanın, çevresini de mutlu edemeyeceğini söyler.

Çok doğru!

Kendi hayatlarını, başkalarının hayatlarıyla mukayese edip şükür sarhoşluğuna kapılmış insanlar bir kenarda dursun; kendine karşı dürüst olma cesareti gösterebilen insanların psikolojik bunalımlar yaşaması oldukça normaldir.

Bu yüzden, başkaları için şımarıkça görünen psikolojik bunalımlar yaşıyorsanız kendinizi “anormal” olarak değendirmeyin. Bu bakış açısı sizi hasta eder!

Esasen yaşadığınız sorun, çözülmek üzere olan bir problemin, verilmesi gereken şavaşıdır!

Ve insan, kendisiyle olan savaştan daima galip çıkar!

Kendisiyle Olan Savaştan Galip Çıkanlar:

Dünya klasiklerinin altına imza atan yazarların belirgin özelliklerini bilirsiniz: Onların başarısı, birçok insanın duygularına aynı anda hitap edebilme becerisinde gizlidir. Zaten sanat, duyguların ifade edilişindeki sıra dışı yönteme verilen isim değil midir? O yüzden sanatın ve sanatçının önemi büyüktür. Sanatçılar, psikiyatrların uzun seanslar sonucu sağlamaya çalıştığı “duygulara anlam verebilme” işini, yalnızca bir esere sığdırabilen dahilerdir.

Sıkı durun. Yazı sanatı ustasından bir söz paylaşıyorum:

paulo coelho - aldatmak

“Ne de olsa bazen kim olduğumuzu bulmamız için kendimizi kaybetmemiz gerekir.”
-Paulo Coelho

Tahmin edersiniz ki bir yazım sanatı ustası olan Pauolo Coelho, bu yargıya, sadece kendi yaşantısından yola çıkarak değil; çevresinde gördüğü örnekleri de işin içerisine katarak varmıştır.

Bizzat yaşanmışlıklarım, çevremde yaşayanlar ve araştırmalarım sonucu, bu söze %100 katılmak dışında bir seçeneğim kalmadığını söylemek durumundayım. Kendi ifadem olan “İnsan kendisiyle olan savaştan daima galip çıkar!” sözüyle de kesişmedi mi?

Üstelik, destekleyen biri olarak elimde bolca örnek var!

Gözlemlediğim kadarıyla insanlar, üç farklı duygunun yoğunluğuna bağlı olarak psikolojik problemler yaşıyorlar:

  1. Korku/Kaygı
  2. Cesaret/Öz güven
  3. Travma

Üçüncü madde olan, elde olmayan sebeplerle yaşanan, çocukken cinsel istismara uğrama veya aile bireylerinden birini kaybetme gibi örneklerle açıklayabileceğim “travma” konusuna hiç girmiyorum.

Daha ziyade, çevremizde şımarıkça görülen, anlam verilemeyen ve anlam verilemediği için kendimizi suçlamamıza neden olabilen, psikolojik sorunlarımıza ışık tutacak ilk iki maddeyi tartışmak istiyorum.

Yine örneklerle gidelim:

Yakın çevremde; kimisi korku, kimisi cesaret temelli depresyona giren ve sonrasında küllerinden doğan insanlardan bahsedeceğim.

Korku Temelli Psikolojik Bunalımlardan veya Depresyondan Galip Çıkanlara Örnekler

Örnek 1: Erkek kardeşimin korku/kaygı temelli psikolojik sorunlarının panik atak hastalığına sebep olduğu günleri bilirim. Bir süre bununla mücadele ettikten sonra uzun yıllar (muhtemelen ömür boyu) panik atak probleminden kurtuldu. Çünkü, korkularının yersiz olduğunu bizzat deneyimledi. Kendi duygu ve düşünceleriyle savaştı ve daha olgun bir insan olarak hayata geri döndü. Elbette, profesyonel destek almayı da ihmal etmedi.

Örnek 2: İsim vermek istemiyorum, Türkiye’nin saygın ve tanınan aranjörlerinden biri olan çocukluk arkadaşımın, henüz üniversite öğrencisiyken yaşadığı anlık bir ölüm korkusundan sonra panik atak hastalığına yakalandığını bilirim. O da profesyonel yardım alarak ve süreci deneyimleyerek çok daha sağlıklı (hatta cesur) bir insana dönüştü. Şimdi, aynı hastalıktan muzdarip olanlar için cesaret verici bir kitap yazmayı düşünüyor.

Örnek 3: Yine adını paylaşmak istemediğim çocukluk arkadaşlarımdan biri, üniversitede siyasi olayların içine düşüp ağır tehditler aldıktan sonra, inanması güç felaket senaryoları üretmeye başladı. Bunun teşhisini koymak bana düşmez ama o dönem, adeta şizofreni davranışları sergileyen arkadaşım, profesyonel desteği de ihmal etmeyerek normaline dönmeyi başardı. Şimdi hayattan beklentilerini, ne isteyip ne istemediğini çok daha iyi biliyor. Olgunlaştı!

Cesaret Temelli Psikolojik Bunalımlardan veya Depresyondan Galip Çıkanlara Örnekler

Örnek 1: Malesef isim veremiyorum ama çok yakından tanıdığım iş adamı, “ağabey” diye hitap ettiğim bir büyüğüm, sık sık psikolojik konular üzerine sohbet ettiğim bir aydın tanıyorum. Akademik başarı, ticari başarı, lüks yaşam standartları ve entelektüel donanıma sahip. Aynı zamanda, kendisi gibi donanımlı bir eşe ve mutlu bir yuvaya sahip.
Evet, görünürde her şeye sahip. Fakat bir dönem ağır bunalımlar yaşadı. Dışarıdan bakınca “şımarıkça” görülen bu bunalım ise, yukarıdaki örneklerin aksine cesaret temelli bir bunalımdı. Çocukken hiperaktif olmasına karşılık babası tarafından maruz kaldığı akademik başarı baskısı, sorguladığı inançlara karşılık toplum baskısı, hareket özgürlüğü potansiyeline sahip olmasına karşılık, kural koyucu niteliği olan evlilik hayatı; onun özgür birey olma anlayışını sürekli kamçıladı. Psikolojik açıdan yorucu olan bu süreci dibine kadar yaşadı fakat iyi bir çözüm insanı olması, daha güçlü biri olarak küllerinden yeniden doğmasını da sağladı. Yaşadığı kötü duygulara birer problem gözüyle baktı. Olumsuz duygularının sebebini, dolayısıyla anlamını buldukça normaline döndü. Şimdi, kişisel alanına saygı duyulan ve ne istediğini bildiği hayatında, başarıdan başarıya koşmaya devam ediyor.

Örnek 2: Henüz lise öğrencisiyken bile gece yarısı eve kendi anahtarıyla girebilme özgürlüğüne sahip olan biri olarak kendimi örnek vermek istiyorum. Aynı şekilde, hayatımda, herhangi bir öğrenci yurdunda bir gün bile olsun yatılı kalmışlığım yoktur. Barınağıma dönme veya uyuma saatime başkalarının karar vereceği bir hayatı hiç düşünmedim. Babam, hayattaki kararlarıma hiçbir zaman müdahale etmedi. Üstelik, mahalle baskısına karşılık en büyük özgürlük avukatım da babam oldu. Bir erkek çocuğu için hayattaki en güçlü otorite (baba) tarafından bana bahşedilmiş özgürlüğün tadını çıkarırken gün geldi evlendim. İlk zamanlar evlilik müesesesine bakış açım, toplum normalleriyle uyuşuyordu. Fakat zamanla bu normların, karakterime hiç de uygun olmadığını, ister istemez fark ettim.

Örneğin, iş çıkışı spontane gelişen bir arkadaş buluşmasına katılmak için, evde beni bekleyen birine rapor verme gerekliliği benim için deli saçmasıydı! Bakın, “izin almak” demiyorum; bilgi vermek bile canımı sıkıyordu. Öyle ki, bir insanla hayatı paylaşıyorsanız, bir gün ansızın gelen can sıkıntınızı bile açıklamak zorunda kalırsınız.
“Neyin var, durgunsun?” şeklinde başlayan bir cümleyle sorgu lambasını tepenizde hissedersiniz. Alabildiğine özgür büyümüş biri için bazen iyi niyetli suallere katlanmak bile güçtür.

Daha karmaşık hislere kapıldığımı da itiraf etmeliyim. Mesela bana asılan birçok kadına yüz çevirmek zorunda olmak, cinsel açıdan olmasa da hareket özgürlüğü açısından zoruma gitmeye başlamıştı. Belki evlilik müesesesine uygun biri değildim. Belki hayatımda yanlış kararlar almıştım. Orası tartışılır ama özellikle evli arkadaşlar şunu iyi bilir: Boşanmak, evlenmekten zordur! Sırf boşanma kararını alan taraf olmak bile, gerçekten cesaret istiyor. Tam da böyle düşünerek; “hayatımın kalanını, yanlış kararlarımın bedelini ödemek üzere harcayamam” dedim ve eşime boşanma kararımı açıkladım. Saygıyla karşıladı ve evleri ayırdık. Bir süre, tam da Paulo Coelho’nun dediği gibi kendimi kaybettim. Hatta öyle kaybettim ki merak edenler “Bir Gün Yine İtlik Hergelelik Peşindeyim” başlıklı yazıma göz atabilirler.

Ve ben de bu süreçten çok daha sağlıklı bir insan olarak çıktım. Bakın, kendimle savaştığım o sürecin bana katkıları neler oldu:

  • Bastırılmışlıklarımdan kurtuldum.
  • Şu an okumakta olduğunuz blog sitesini kurdum.
  • Yeni bir roman yazmaya başladım. (Henüz pişmediğimi düşünerek yarım bıraktım ama canım istediği an devam edebilirim)
  • 9 tane şarkı sözü yazdım. Bunlardan 4 tanesinin güftesini buldum. 1 tanesini Türkiye’nin en büyük müzik dağıtım şirketlerinden birine sattım. (Halen daha yayınlanmadı ama olsun. Beğenilen bir eser çıkardım ki, binlerce lira bedel ödendi bu esere)
  • Kendisi mükemmel bir psikoterapist olan Dr. Orhan Karaca ile tanıştım ve düzenli terapi aldım.
  • Psikoloji bilimi hakkında çokça bilgi edindim ve bu durum, yazdığım öykülerin kalitesini artırdı.
  • Bunalım döneminde en az 100 kitap okudum ve bakış açımı genişlettim.
  • Eşimle yeniden flört etmeye başladım. Adeta sevgili hayatı yaşadık. Küllerimizden doğduk.
  • Birbirimizi daha iyi tanıdık, kişisel alanlarımıza daha fazla saygı duyduk ve yeniden bir araya geldik.
  • Hayattan beklentilerimi daha iyi anladım. Kendimi nasıl tamamlayacağıma dair güçlü ipuçları edindim.
  • Ardından yaratıcı yazarlık kursuna kayıt oldum.
  • Yeni bir roman konusu buldum ve güçlü bir içerik olacağına dair inancım yüksek.
  • Bu içeriği yazabilecek deneyime sahip oldum.
  • Son 1 yıldır hiç depresyon yaşamadım ve bundan sonra yaşasam bile eskisi kadar ağır olmayacağına inanıyorum.

Görüldüğü üzere, bir zamanlar başkaları için şımarıkça görülen ama benim için intihar seçeneğini bile masaya yatırmama sebep olan içsel savaşımdan, ne istediğini bilen ve ayakları yere daha sağlam basan biri olarak çıktım.

Mutlaka hatırlatma gereği duyuyorum: Profesyonel destek almak çok önemli.

Sonra dedim ki:

“İnsan, kendisiyle olan savaştan daima galip çıkar.”

Buradaki galibiyet, olgunluk anlamında.

Ve sonra Paulo Coelho’dan okudum ki:

“Ne de olsa bazen kim olduğumuzu bulmamız için kendimizi kaybetmemiz gerekir.”

SONUÇ OLARAK ŞÖYLE TOPARLAMAK İSTERİM:

Başkaları tarafından hafife alınan bunalımlarınız, kendinizi suçlu hissetmenize sebep olmasın. Herkes özeldir. Aynı şekilde, herkesin duyguları da özeldir.

Tüm samimiyetimle söylüyorum: Tırnağınız kırıldığı için bile depresyona girmiş olsanız, bunu anormal bir durum gibi görüp kendinizi daha fazla yıpratmayın.

Asıl anormal olan, kendine münhasır bir insanın yaşadığı içsel bunalıma anlam veremeyip, bunun şımarıkça olduğunu düşünen toplum normalcileridir.

İster iyi niyetli olsunlar ister konuşmak için konuşmuş olsunlar, derin düşünme becerisine güvenmediğiniz insanlar, duygularınız hakkında hüküm vermeye kalktığında, onları ciddiye almayın.

Yaşadığınız bunalım, kendinizle olan savaşınızdır ve bu şavaşın sonunda kendinizi bularak, yine kazanan kişi siz olacaksınız. Bu süreçte profesyonel destek almak, savaşın daha erken  bitmesine ve minimum hasarla galip gelmenize yardımcı olur.

Yorumlarınızı tek tek okuyorum ve cevaplamaya çalışıyorum. Aşağıdaki pratik yorum alanında düşüncelerinizi paylaşırsanız mutlu olurum.

MiskinAdam | Bazen anlatmaya üşeniyorum. Bu yüzden yazıyorum.


Yeni yazılarımı Instagram'da duyuruyorum. Takip et, iletişimde kalalım ✔️

6 Yorum “Depresyon veya Psikolojik Bunalımdan Korkma: İnsan, Kendisiyle Olan Savaştan Daima Galip Çıkar!

  1. Begonvil Sokağı Reply

    Depresyon pasta cila mı yapıyor acaba? Şayet iyi yönetilirse ya da temel sağlamsa.. Çok uzak ihtimal gibi durmadı yazdıklarını okuyunca. Final güzelliği mutlu etti.
    Paulo Coelho’dan sadece Simyacı okudum, adı geçen kitabını da oku notu aldım.
    Eline sağlık.

    1. miskinadam Post author Reply

      Paulo Coelho’nun Simyacı, Veronika Ölmek İstiyor ve Aldatmak isimli kitaplarını okudum. Aralarında en az beğendiğim Simyacı oldu. O yüzden, Simyacı’yı beğendiysen diğerlerini daha çok beğenirsin bence 🙂 Simyacı’nın daha popüler olmasının tamamen konu seçimiyle ilgili olduğunu düşünüyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yeni yorumları e-posta aracılığıyla bana bildir. Ayrıca yorum yapmadan da abone olabilirsiniz.

Bu yazı ilgini çekti mi?

Yeni yazılarımı Instagram‘da duyuruyorum. Takip et, iletişimde kalalım ✔️