Başarı mı Mutluluk mu? Hedeflerimiz Bizi Mutsuz Edebilir | MiskinAdam
BAZI ŞEYLERPSİKOLOJİK

Hedeflerimiz Bizi Mutsuz Edebilir | Başarı mı Mutluluk mu?

Size bir sır vereyim mi? Sekiz-on yıllık çabalarım sonucunda kazancımı dört-beş katına çıkarmanın kesin formülünü buldum! Bu formülü kullanarak maddi gücümü katbekat artırabilirim. Test ettim, işe yarıyor! Ben, yine de bunu yapmayacağım ama isterseniz formülü sizle paylaşabilirim. 👍

Kazancımı artıracak formülü neden mi kullanmayacağım?

Hedefime verdiğim ismin, yanlış isim olduğunu fark ettiğim için kullanmayacağım. Çoğumuz gibi, ben de aslında zengin olmayı değil; mutlu olmayı hedeflemişim ama yine çoğumuz gibi ben de mutlu olmak için ekonomik gücü önceliklendirmişim; farkında olmadan.

Bunu fark ettiğim anda raflarda tozlanmış mutluluğu elime alıp parlatmaya çalıştım. Özellikle de “benim bu yazıyı okumaya ihtiyacım yok! Beni neyin mutlu edeceğini zaten biliyorum!” diyenlere tavsiye ediyorum. En azından bunu tartışabiliriz değil mi?

Hadi başlayalım:

Mutlu Olmak Nedir?

Mutlu olmak, elde edilen sonuçtan tatmin olma durumudur. Bu sonuçları; aşk, iş, çevre, sağlık, sahip olma, para şeklinde uzayan bir listeye dönüştürmek mümkün. Bu kadar uzun bir listenin altından kalkamayız. O yüzden en çok üzerinde durulan ihtiyaç ve istekleri ele alarak, ortak noktalarımızı bulmaya çalışalım. Mutlu olmak için asgari düzeyde olmazsa olmaz, diyebileceğimiz varlıklar şunlar olabilir mi?

  1. Ruh sağlığı (Dikkat: Akıl veya zeka demiyorum)
  2. Para (Dikkat: Çok para demiyorum)
  3. İnsan (İnsan veya insanlar)

Şimdi bu maddeleri sondan başa doğru inceleyelim:

3) İnsan/Paylaşım İhtiyacı: Bizler, sosyal varlıklarız. Çok derinlere inmeyi, bu yazı özelinde lüzumsuz görüyorum ama şu kadarını söylemek istiyorum: İnsanın güvenlik ihtiyacı, temel ihtiyaçlardan biridir. Paylaşım, bu ihtiyacı tatmin etmeye, korumaya ve sürdürmeye yarar. Hem fiziksel hem de ruhsal yönden bu ihtiyacın varlığını inkar eden bir düşünür henüz görmedim, duymadım. İnsan ihtiyacı kimileri için sevgili, kimileri için aile, kimileri için dost, kimileri için hepsi ve daha fazlasını ifade edebilir.

2) Güç/Para: Yine insanın temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ve toplumdaki varlığına saygı görebilmesi için de güce –güncel ve konumuzla alakalı olarak, aslında paraya- ihtiyacı var. Bu maddeyi de çok detaylandırmak istemiyorum ama merak edenler, Maslow’un İhtiyaç Hiyerarşisi‘nden başlayabilirler araştırmaya. Bu konu sizi pozitif bilimlerden, filozofların düşüncelerine kadar geniş bir yelpazede sürükleyecektir zaten.

1) Sağlık/Ruh Sağlığı: Hiçbirimiz, yukarıdaki iki varlığı sağlığımızla değişmek istemeyiz sanırım. Bu durum, tek başına, sağlık ihtiyacını özetlemeye yeter bence.

Tabii, bizler genellikle bu üçünü bir arada isteriz. Çünkü bunlar, temel ihtiyaçlardan bazılarıdır ve mutlu olabilmek için temel ihtiyaçlarımızın karşılanması gerekir.

Başarı ile mutluluk arasındaki ilişki

Başarıdan bahsederken genellikle başarıyı para ile ölçeklendirme hatasına düşeriz.

Mesela işimizde çok başarılı olup çok para kazanmanın formülünü açıklasam mutlu olur musunuz? Bundan mutlu olacak binlerce insan biliyorum. Herhangi bir konuda vasıflarına güvenenler için formülü açıklayacağım ancak zenginliği neden istediğimizi de öğrenmem gerekiyor.

başarı ile mutluluk arasındaki ilişki

Maddi Zenginliği Neden İstiyoruz?

İlk cevapları az çok tahmin ediyorum: Bağımsız olmak ve yapabilme özgürlüğüne sahip olmak için istiyoruz.

Örnek: Ferrari alabilme gücüm = Sahip olduğum paranın miktarı.

Bence konuyu ilkokul seviyesine indirmemek için burayı da hızlı geçmeliyiz.

Her şey özgür olmak için dedik…

Peki, bu özgürlüğe ulaşırken ruhumuzu hapsettiğimiz zindanları gördük mü hiç? Kendimden biliyorum: Hedef belirlemek aslında odak noktasını daraltmakmış. Bunu da şöyle izah edeyim:

Başarılı İnsanlar Fotoğraf Makinesi Gibidir

Bir fotoğraf makinesi düşünün. Kadraja aldığınız bir manzarada, sadece ortadaki çiçeğe odaklanmak isterseniz ne yaparsınız? Elbette objektifinizi çiçek üzerine odaklarsınız ve çiçek netleşirken etraftaki öğeler flu (bulanık) olur. Deklanşöre bastığınız anda manzaranın tüm zenginliğinden (ağaçtan, böcekten, otlardan) vazgeçmiş ve hedeflediğiniz çiçek fotoğrafını net bir şekilde elde etmiş olursunuz.

İşte başarılı insanların en önemli becerisi budur. Evet, bu beceri, vazgeçebilme becerisidir. Başarılı insanlar, hedeflerine ulaşabilmek için birçok şeyden vazgeçerler. Bu vazgeçişler neyi hedeflediklerine göre değişiklik gösterir.

  • Herhangi bir sınavda başarılı olmayı hedefleyenler, sosyal aktivitelerden bir süreliğine vazgeçer.
  • Çok para kazanmayı hedefleyenler, eğlenceye çok fazla vakit ayırmaktan vazgeçer.
  • Çok eğlenmek isteyenler, iş hayatında çok başarılı olmaktan vazgeçer.

Kabul ediyorum, her tercih bir vazgeçiştir ancak kritik soru şu:

Nelerden, Ne İçin Vazgeçiyoruz?

Hedeflerimiz, varmak istediğimiz noktayı, tıpkı bir çiçek fotoğrafı gibi netleştiriyor ama biz o noktaya neden varmak istiyoruz? Herhalde birçoğumuz bu soruya “hedefime ulaşırsam mutlu olacağım” yanıtı verecektir.

Heh! Şimdi konu çözülüyor. Madem mutlu olmak için hedefler belirliyor ve o hedeflere ulaşmak için birçok şeyden vazgeçiyoruz; o halde hedefin asıl adı başarı değil de mutlu olmak olabilir mi? Başarı, burada bir araç olabilir mi?

“Ya işte ne fark eder!” demeyin. Gerçekten çok fark ediyor. Adını doğru koyarsak, yol haritası netleşecektir; inanıyorum.

Bütün bunları yazmamın sebebi de kendi vazgeçişlerimin yarattığı tutsaklık üzerinden hepimizin zindanlarını sorgulamak değil mi?

Alın size zengin olmanın formülü. Benzer özellikleriniz varsa aşağıdaki formülü kullanın ve zengin olun. Tabii, sizi mutlu edecekse…

Benim Zenginlik Garantili Formülüm:

Uzmanı olduğum konuda daha fazla emek harcayarak derhal zenginliğe terfi edebilirim. Hangi konuda uzmanım? İçerik pazarlaması, reklam ve metin yazarlığı (yazı ile iletişim kurma konularında) uzmanım diyebilirim. Kusura bakmayın, mütevazı olamıyorum çünkü bunu diyebilmek için çok şeyden vazgeçtim. Çok çalıştığımı söylersem nelerden vazgeçtiğimi aşağı yukarı tahmin edersiniz zaten. Neyse… Kabul mü? İçerik pazarlaması, reklam ve metin yazarlığı konusunda uzmanım. Anlaştığımıza sevindim.

Öyleyse pazarlama üzerine bir kitap yazarak, davet edildiğim seminerlere katılarak, eğitim almak isteyenlerin tekliflerini kabul ederek, bu alanlarda danışmanlık vererek, kısacası yoğun mesai ile tüm fırsatları değerlendirerek, gerçekten zengin olabilirim. Bu durumda vazgeçişler devam edecek. Aileme, uykuma, özel hayatıma, sosyal yaşamıma ayırdığım süreyi azaltmaya devam ederek (vazgeçerek) zengin olabilirim. Nasıl bu kadar emin konuştuğumu merak ediyor musunuz?

Bugüne kadar tam olarak bunu yaptım. Gerçekten anı yaşamaktan vazgeçip geleceği planlayarak ve hedeflediğim gelir potansiyelini yakalamak üzere çabalayarak yaşadım. Bu süreçte gelirimi dörde, beşe -bunun bir önemi yok aslında- katladım. Şimdilerde ise daha fazla katlamanın formülünü bulmakla birlikte o altyapıyı da oluşturmuş oldum. Yani, formülün işe yaradığını gördüm.

Peki, buraya kadar gelmişken neden vazgeçiyorum?

Çünkü artık vazgeçmek istemiyorum! Doğru hedefin “mutluluk” olduğunu fark ettiğim -uyandığım- anda para ile olan ilişkimi gözden geçirdim. Hayır hayır, benim tek derdim daha fazla para kazanmak değildi. Mutlu olmama yetecek noktaya gelmek istiyordum ama ben yaklaştıkça o nokta da uzaklaştı. Yaşam standartlarım değişti, harcamalarım arttı. Bilirsiniz, hep böyle olur. “Aylık gelirimi x noktasından y noktasına çıkaracağım” dedikçe mutluluk anlamına gelen bitiş çizgisini metrelerce uzağa taşıdım. Görüyorum ki bu işin sonu yok! Para ile ilgili hedefler yenilendikçe mutluluk da ertelenmiş oluyor.

Bunun sebebi ise hedef belirlemek. Bütün kişisel gelişim uzmanlarının öğütlediği, geleceğe dair büyük hedefler var ya hani… İşte, o hedefler aslında mutluluğu ertelemekten daha fazlası değil. Zaten kişisel gelişim uzmanlarının çoğu da birer şarlatandan daha fazlası değil.

Hedef, ileriyi işaret eden bir kavramdır. Ona ulaşamadıkça mutlu olamıyoruz çünkü o hedefi belirlememizin sebebi zaten mutluluğu orada görmemiz.

Ne yani, hedefsiz mi yaşayalım? 

Hayır, bunu demek istemedim. Tam olarak demek istediğim şu:

Hedefimizin gerçekten mutluluk verici bir nokta olduğundan emin olmamız; dahası, hedefe giden yolun da mutluluk verici olduğundan emin olmamız gerekiyor.

Zengin olmak hakkında kesinlikle olumsuz düşüncelerim yok. Yani, “zengin olmak insandan şunları alır götürür” tarzında düşüncelerim yok. Hem zenginlik, kullanım alanı geniş bir kavram. İlk akla gelen “çok paraya sahip olmak” olsa da bir sofranın zenginliği, bir gönlün zenginliği, bilgi zenginliği gibi farklı farklı zenginlikler var değil mi?

O halde zengin olmanın ne demek olduğunu hatırlayarak başlayalım derim. Hiçbir sözlükten yardım almadan direkt kendi tanımımı yapacağım.

Zengin olmak: Herhangi bir şeye nitelik veya nicelik yönünden fazlaca sahip olmaktır.

Neden yeterince mutlu olamadığımı araştırdıkça çarpıcı sonuçlar buldum. Meğer, ekonomik özgürlüğümü ilan etmek için koyduğum hedefler yüzünden, yıllarca yolculuğu berbat etmişim.

Neler mi kaybettim? Çok geçmişe gitmeden, üniversite yıllarımdan başlayarak kısaca bahsedeyim:

Üniversitede bütün arkadaşlarım gününü gün ederken ben yarı zamanlı bir işe girdim. Paraya ihtiyacım yoktu fakat hedeflerim vardı. Bir an önce iş deneyimi edinmeliydim. Dolayısıyla anın tadını çıkarmaktan vazgeçip, vaktimi geleceğe yatırım yapmak üzere kullanmıştım. İhtiyacı olanı asla eleştiremem ama mecbur olmayanın, sadece yaşına uygun duydu ve deneyimleri yaşaması gerektiğini düşünüyorum.

Mezun oldum, ilk kez tam zamanlı bir işe girdim ve terfi alabilmek için çok çalıştım. Terfi aldım. Mağaza sorumlusu oldum. “Sorumlu” kelimesine dikkat çekmek istiyorum. Bu sorumluluk yüzünden geceleri güzel hayaller kurarak uyumaktan vazgeçtim ve işimle/işletme ile ilgili hesaplamalar yaparak, kabuslar görmeye başladım.

Statü kazandıkça çevrem değişti. Çevrem değiştikçe adapte olmaya, dolayısıyla daha fazla gelire ihtiyaç duydum. Ek iş yapmaya başladım. Adı üstünde ek iş; ek zaman gerektiriyor. Bu yüzden aileme ve kendime –belki dinlenmeye– zaman ayırmaktan vazgeçerek tüm vaktimi işlere ayırdım.

Sadece çevrem değil; ihtiyaçlarım da  değişmeye başladı. Neden bir otomobilim yoktu? Biraz da borçlanarak iyi kötü bir otomobil aldım. Borçlandığım için sosyal aktivitelere veya diğer ihtiyaçlarıma harcama yapma özgürlüğümden vazgeçmiş oldum.

Otomobilin taksitleri bitiyordu ki bu otomobilin neden kliması yok dedim. Klimalı bir otomobil almak için üzerine biraz daha borçlandım. Dolayısıyla, bir süreliğine vazgeçtiğim ihtiyaçlarımı biraz daha ertelemiş; bir süre daha vazgeçmiş oldum. “Sahip olduklarının kölesi olmak” buna deniliyor sanırım.

Sonuç olarak, üniversite yıllarından –daha öncesi de var ama başlangıcı üniversite kabul edelim– bu zamana kadar hep bir şeylerden vazgeçmek zorunda bıraktım kendimi.

Atladığım detaylar vardı:

Aslında vazgeçtiklerim (ertelediklerim) tam olarak mutluluğun kendisiydi. Üstelik, erteledikçe yeni ihtiyaçlar doğuyor ve yine ertelemek zorunda kalıyordum. Ve aslında kaybediyordum:

  • İşkolik bir adama dönüştüm.
  • Mükemmeliyetçi biri olmaya başladım ve çevremdeki herkesin mükemmel olmasını istedim (Bu çok saçma)
  • Benim gibi olmayanları eleştirmeye başladım.
  • Ruhsal problemler yaşamaya başladım. Defalarca psikiyatriste-psikoloğa gittim.
  • Hayattan neden keyif alamadığımı sorguladıkça daha çok bunalmaya başladım.
  • Aksi, huysuz bir adama dönüştüm.
  • Trafikte diğer sürücülerle kavga ettim. Annem, korkudan arabama binemez oldu.
  • Sosyal aktivitelerden tamamen koptum. Kendimi işe verdim.
  • Arkadaşlarımla bir yerlere gitmekten keyif alamaz hale geldim çünkü volta atar gibi gezmenin hiçbir amacı yoktu. (Yani, öyle zannediyordum)
  • Daha birçok olumsuzluklar belirdi.

Hepsinin sebebi neydi sizce?

Elbette, iş hayatımda hedeflediğim noktaya odaklanarak diğer tüm ihtiyaçlarımı flu (bulanık) hale getirmemdi. Bakın ihtiyaç diyorum! Onlar birer ihtiyaçtı ve ben bu ihtiyaçlarımı gidermediğim için hararet yapmış araba gibi arıza çıkarmaya başladım. Tek bir çiçeğe odaklanan fotoğraf makinesi gibi, doğadaki birçok renkten mahrum kaldım.

Üstelik en tehlikelisi ne biliyor musunuz?

Bu olumsuz davranışlar benim alışkanlıklarım; alışkanlıklarım ise karakterim olmaya başladı.

Bu işte bir terslik vardı!

Derhal araştırmaya koyuldum. Psikiyatriste gidip “derdin ne” sorusuna “Hmm… Bilmiyorum ya… Sanırım hayattan keyif alamıyorum.” demekten vazgeçmeliydim. Daha fazlasını yapmalıydım. Sorunların bir adı olmalıydı. Mesela çabuk sinirlenme, her şeye tepki verme, çok eleştirme, insanları yönetme gibi acı veren davranışlarımın türediğinden bahsetmeliydim.

Bu tür davranışların nedenlerini araştırdıkça şu sonuçlar çıktı:

  • Geçmişe takılı kalmak
  • Geleceği planlamak
  • Kaygılı olmak
  • Egoist olmak

Ne yalan söyleyeyim; tüm maddeleri, bir miktar taşıyordum ama en belirgin olanı geleceği planlamaktı. Gün içerisinde 1 saat bile ileriye yönelik planlamalar yapmadan durabilseydim, zihnimi dinlenmiş hissedecektim ama duramıyordum. Hedeflerimin beni eritip tüketmek üzere olduğunu fark edince, aynı hedefleri sorgulamaya başladım. Bu hedefler neden vardı ki? Mutlu olmak için değil mi? Galiba ben o hedefe vardığımda psikopatın biri olup çıkacaktım. Ondan sonra hedefe ulaşmanın ne anlamı kalacaktı?

Araştırmalarıma devam ettikçe mutlu insanların özelliğini buldum.

Mutlu insanlar, anı yaşamasını bilen insanlardı. Siz de araştırın, aynı sonucu bulacaksınız. Anı yaşamak…

Diyorum ki; başarıyı sayılarla –para da buna dahil– ilişkilendirip ona ulaştığımızda mutlu olacağımızı zannederek hata yapıyor olabiliriz. Şu anda mutlu olmasını bilmeyen, hedefine ulaştığında da mutlu olamıyor. İlk başarmamız gereken, şu an mutlu olabilmek. Eğer bunu başarabiliyorsak işte, o zaman hedeflerimize ulaştıkça da mutlu olabiliriz. Henüz hedeflerimize ulaşamadığımız için mutsuz olduğumuzu zannediyorsak, yanılıyor olabiliriz.

Anladığım kadarıyla hedeflerimiz, telafisi mümkün olmayan vezgeçişlere sebep oluyorsa onları gözden geçirmeliyiz. Yeri gelince “böyle saçma hedef olmaz olsun” diyebilmeliyiz. Olağanüstü çaba ile ulaşacağımız hedeflerin, yıllar içerisinde, bizden alıp götüreceği çok şey olabilir.

Artık şuna inanıyorum: Hedefimiz anı yaşamamızı engelliyorsa o hedef muhtemelen yanlıştır. Elbette, hiç bedel ödemeyelim demiyorum. Mutlaka bedel ödeyeceğiz ama omurgamızı yamultacak ağırlıkta bedeller ödemeye kalktığımızda, hiçbir şeyle değişmeyeceğimizi en baştan kabul ettiğimiz sağlığımızdan vazgeçiyoruz aslında. Üstelik farkına varmadan… Tüm bunları, farkına varalım veya tartışalım diye yazdım.

Sözün sahibi kim bilmiyorum ama Serhat Yabancı’nın “Unutmak mı Affetmek mi?” isimli kitabında okumuştum:

Mutluluk bir süreçtir, sonuç değil. Yaparken ve yaşarken mutlu olursun.

Sanırım Serhat Yabancı da düşüncelerimi onaylıyor. Hedefimiz için bedel öderken (şu an) mutlu değilsek, hedefe (sonuca) ulaştığımızda da mutlu olamayacağız zaten. Buraya eklemek istediğim bir düşüncem var:

Mutluluk bir süreç ve bu süreç, sürekli hareket halinde olmayı gerektirmiyor. Kendi tabirimle “haz molaları” vermek gerekiyor. Hazlar da mutlu edicidir ve bu molalar, yolculuğu güzelleştirir. Uzun bir yola çıktığınızı düşünün mesela. İlk başlarda çok mutluyken, hedefe yaklaştıkça yorgun ve sabırsız olursunuz. Biliyor musunuz, uzun yolda ağır kayıplarla sonuçlanan kazaların çoğu, varılacak noktaya az kaldığı anlarda gerçekleşiyormuş. Çünkü sürücüler, hedefe yaklaştıkça daha aceleci davranıyormuş. Üstelik yol yorgunuyken…

Başarı Ne Olacak Peki?

O da bizimle gelecek çünkü gerçek başarı, kendini yaşayabilmektir.

Farkındayım, “kendini yaşayabilme” tanımını buraya bırakarak yeni bir tartışma konusunu da ortaya atmış bulunuyorum. Daha önce bu tanımı incelemeyenler, araştırabilirler. Bununla birlikte, ben de kendini yaşayabilme konusunu, kendimi hazır hissettiğimde, kaleme almayı düşünüyorum. Anlatım tarzımı beğendiyseniz, Instagram hesabımı takip ederek yeni yazılarımdan haberdar olabilirsiniz.

MiskinAdam
Anlatmaya Üşendiklerimi Yazıyorum


Yeni yazılarımı Instagram'da duyuruyorum. Takip et, iletişimde kalalım ✔️

8 Yorum “Hedeflerimiz Bizi Mutsuz Edebilir | Başarı mı Mutluluk mu?

  1. Makbule Kumral Reply

    Instagramda beğeniyorum istemenizi olumsuz bulmuştum. Cevabınız beni yazılarınıza götürdü.
    Okudukça ,okudukça, okudukça, okudum.
    Sen bir dahisin çocuğum.
    Yazılarınla , beyninle, ruhunla kitlelere ulaşmalısın.
    Bir de , fotoğrafına tekrar baktım . ÇokÇok beğendim. Görsen gözlerim değil, gerçekten beyinmiş.

    1. miskinadam Post author Reply

      Merhaba Makbule Hanım;

      Yorumunuz beni çok mutlu etti. Onore oldum. Esasen böyle yorumlardan çekinmiyor değilim çünkü bu tür geri bildirimler, kişiye sorumluluk yüklüyor. Ara sıra hata yapma hakkım elimden alınmasın isterim. Hoşgörünüze sığınırım 🙂

  2. Büşra Reply

    ”Hedefimiz anı yaşamamızı engelliyorsa o hedef muhtemelen yanlıştır.” bu söz bende çok güzel pencereler açtı. Çok güzel bir yazı olmuş.

  3. Gülay Yazan Reply

    Bu yazınız beni çok etkiledi. Ne kadar şanslı ve mutlu bir birey olduğumun bir kez daha farkına vardım. Bu güne kadar yakalayabildiğim ve imkân olan (imkân yaratılıyor) her anın tadını aldım. Ancak gerçek mutluluk bunlar da değil… Kendinle başbaşa kaldığında kendine karşı anlayışlı (haklı çıkarmak değil) olabilmek ve kendinle sohbet edebilmek gerçek mutluluk…
    Bu arada ilk kez psikiyatriste gittiğimde (üniversite yıllarında) ve bana “şikayetiniz ne?” dendiğinde verdiğim cevap üzerine psikiyatristin tepkisi sadece reçete yazıp elime vermek olmuştu. Verdiğim cevabı burada da paylaşmak istiyorum.
    “Dünyadaki bütün sınırlar kalksa, bütün tabular yıkılsa ve tüm insanlık çırılçıplak dolaşsa, acaba nasıl bir hayatımız olurdu?”

    1. miskinadam Post author Reply

      Yazıyı beğenmiş olmanıza sevindim. Teşekkür ederim. İlk psikiyatr deneyiminizde elinize direkt reçetenin verilmiş olması, muhtemelen verdiğiniz cevapla alakalı değil; devlet hastanesini tercih etmiş olmanızla alakalıdır. Aynısı benim de başıma geldi. Dünyanın en klişe cevabı olan “hayattan keyif alamıyorum”u söylemiştim. Direkt reçeteyi aldım elime 🙂 O gün bugündür psikolojik destek için devlet hastasenini TERCİH ETMEM. Üzgünüm ama imkanı olmayanlara bile önermiyorum devlet hastanesini. Sadece ilaç yazdırmak için oradalar. Buna temas eden kısa bir öyküm var. Okumak isterseniz: https://miskinadam.com/kisa-oyku-mutsuz-psikiyatr-asiye-hanim/

  4. Gülay YAZAN Reply

    Devlet hastanesi değildi. Ancak doktor benim yaşadığım kaosu (beynimdeki hormon salınımlarındaki dengesizliği) ilaçlar ile bir düzene koymadan bana fayda sağlayamayacağını çok net görebilmişti. Pikyatristler hastaya terapi vermez, veremez de zaten (bunu yapmak psikologların meslek alanına girer) Sadece dengeyi sağlamak adına hormon düzenlemesi yaparlar. Yani karanlık bir yerde yürürken etrafa çarpmayın diye elinize el feneri (reçete) verirler. Gerisi size ve mücadele gücünüze kalmış bir ilerlemedir. Tabii psikolojik destek almak farklı bir boyut, çünkü psikolog sizin fenerin ışığını ne tarafa tutacağınız konusunda katalizör görevi alacaktır. Bir süre sonra ise o karanlığa adapte olduğunuz ve etrafınızda neler olduğunu öğrendiğiniz (kendinizi tanımaya başladığınız için) el fenerine ihtiyacınız kalmaz. Hayatı daha keyifli ve daha detaysız kucaklarız.
    Saygılar…

    1. miskinadam Post author Reply

      Anladım. Evet, hasta iletişim kurulacak düzeyde değilse ilk önce ilaçla başlanır. Bunu ben de yaşadım fakat “psikiyatristler terapi vermez, veremez” derken, emin misiniz? Ben bir psikiyatrdan, psikoterapi alıyorum hali hazırda 🙂 Ayrıca bu bana özel bir durum değil. İlaç yazma yetkisi olup (yani psikiyatr olup) aynı zamanda terapi uygulayan doktor çok var. Ben kendi doktorumla önce ilaçlı başladım, bir süre sonra ilaçsız devam ettik tedaviye.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yeni yorumları e-posta aracılığıyla bana bildir. Ayrıca yorum yapmadan da abone olabilirsiniz.

Bu yazı ilgini çekti mi?

Yeni yazılarımı Instagram‘da duyuruyorum. Takip et, iletişimde kalalım ✔️