Aslında Samimiyet Nedir? Samimi Olmak | MiskinAdam
PSİKOLOJİKSOSYOLOJİK

Şartların Eşit Olmadığı Yerde Samimiyet Sorguya Muhtaç Olur

Düşünüyorum da sanırım gerçek samimiyeti şimdilerde yakalamaya başladım. Kusmuk gibi yazılar yazacağım. Bakış açısına göre mide bulandırıcı da olabilir, bir bebek kusmuğu gibi doğal da görülebilir. Artık onaylanmak için değil, arkadaş olmak için yazacağım yazılarımı. İçe dönüp yazdığım yazılarda kendini bulan okurlarım var biliyorum; kendim için yazsam da…

Artık bundan mutluluk duyuyorum.

Hem ne diyor Aziz Nesin?

Yazar, kendisi için yazar. Kendisi halkın içindense zaten halk için yazmış olur.
-Aziz Nesin

“Halk” kelimesi bile çok fazla benim için. Ben, azınlığa yazarım. Hatta daha iddialı olmam gerekirse “ötekiler” için yazarım. Yani, umarım!

Artık daha az insana hitap ediyorum daha gerçek cümlelerle. Küfürler savuruyorum bazen; tam da sırası gelmişken! Yazılarımla dost olabileceğimi düşündüğüm andan itibaren her geçen gün agresifleşiyorum. Üstelik eskisi gibi gürültü çıkartmadan, kendimi hırpalamadan, çelik kapıya yumruk atıp bileğimi kırmadan…

Bugün de “samimiyet” adına bir şeyler yazayım istedim. Duygularım ve davranışlarım konusunda hem kendime hem de çevreme karşı ne kadar samimiyim? Peki ya çevrem bana karşı ne kadar samimi?

Ama ben böyle “insanlar” ile başlayan cümleleri de sevmem. Kim bu çevre? Anne, baba, eş, kardeş, sevgili, arkadaş, dost…

Hepsi! Bana veya sana temas eden herkes.

Kaseti biraz geriye sarıyorum:

Henüz küçük bir çocukken, köy yerinde bolca arkadaşım vardı. Sabah hep birlikte sokağa dökülür, akşam ezanıyla birlikte evlerimize dağılırdık. Çoğu kez de futbol oynardık. Futbolu oldum olası sevemeyişim, yalnızlık kitabından okuduğum ilk sayfalar olsa gerek.  Ne var ki bu kitap, bir şekilde ilgimi çekmeyi başarınca, kendimi evin arka bahçesinde ahşap yontarken, eski evimizin kiremitsiz çatısında resim çizerken, yemek masasının altında elektronik eşyaları tamir ederken, sabahları tek başıma balık tutmaya giderken buldum. İlkokul üçüncü sınıfa giderken roman yazmaya kalkıştım mesela. Yazdım hatta. Kaybettim sonra. Muhtemelen kayda değer bir roman değildi ancak içime sığmayan bir iç dünyanın yansıması olduğu kesin.

Hadi biraz ileri saralım:

Ergenlik dönemi, kompleks dönemidir. Hangimizin kompleksleri olmadı ki? Sivilcelerini sorun eden ergenlerden olmayı dilerdim ama ben daha çok, belli etmemeye çalıştığım yoksulluğumuzu kompleks edinirdim. “Ait olmak” ile “olmak” arasındaki farkı bilmeyen bazı çok yakın arkadaşlarım, büyüdüğümüz yeri dünyanın başkenti olarak ilan etse de benim fikrim: Trabzon’un Of ilçesi, dünyanın kibir merkezidir. Üstelik bu öyle yersiz bir kibir ki, konuşabilen ayıların insanları küçümsemesi gibi görüyorum. Ama bu bölgede onurlu bir yaşam için güce, güç için de kibre ihtiyaç olduğundan, kimseyi suçlayamam. Bu bir kısır döngüdür; kırılmak üzere olduğunu umduğum…

Sonuç olarak, tohum ekip kibir biçilen bu topraklarda, yoksulluğumu gizlemeye çalıştım. Çünkü bu topraklar bize hep örtbas etmeyi öğretti. Günah olsun olmasın, ayıp olsun olmasın, doğal olsun olmasın, hiç önemi yok. Başkalarının gözünde seni değersizleştirme ihtimali olan ne varsa gizlemeyi öğrettiler bize.

Başta din kisvesi altında öğütlenmedi mi bize tüm bunlar? Günahlarını kimseye anlatma denmedi mi? Misal bugünlerde ablam bana “neden içkili fotoğraflarını Instagram’da paylaşıyorsun?” demedi mi? Oysa ben neysem, beni temsil eden tüm mecralarda da oyum! Münafıklığı büyük günah kabul edenler, tüm kusurlarını gizleyip dört dörtlük mümin pozları verirken, bir de üzerine utanmadan “kusursuz değiliz” diyerek, tevazuyla yoğurdukları kibir hamurundan mis gibi münafıklık pastası yapmadılar mı? Samimiyete bak!

Her genç gibi ben de markalı ayakkabılar, markalı kıyafetler giymeye, sosyal ortamlarda elimi cebime götürmeye gayret ettim. Tek fark şuydu: Akranlarım, bitirdikleri parayı tekrar ebeveynlerinden nasıl isteyeceklerini düşünürken ben, bitirdiğim parayı yeniden finanse etmek için ebeveynlerimin nelere katlanması gerektiğini düşündüm. Lütfen bu kısım yanlış anlaşılmasın, “ben buraya tırnaklarımla geldim” şovu yapmıyorum. Böyle garip edebiyatı yapanları da sevmiyorum!

Asıl altını çizmek istediğim konu farklı. Misal:

  • İnsan kedi gibi ürememeli, diyebilirim.
  • Her çocuğun rızkıyla doğduğuna dair masalları bırakın, diyebilirim.
  • Her türlü güçlüğü yüce makama, her türlü hayat görüşünü din adamlarına havale edip aklı kiraya, bedeni zevk rüzgarına teslim etmeyin, diyebilirim.

Neden mi? Çünkü:

Olur da bedelini ödeyemeyeceğiniz mutlulukları ararken, kan beyninizden bacak aranıza hücum ettiği sırada, beyninizi kullanmak isteyip de kullanamazsanız ve bunun neticesinde dünyaya ince düşünen bir çocuk getirirseniz, ödemekten kaçındıklarınızı ona fatura etmiş olabilirsiniz. Hadi bunu yaptınız, o halde samimi olun! Bana değil; kendinize…

“Evet, seks yapmak çok eğlenceliydi, bebek sahibi olmak çok şirin bir fikirdi ve bu kadarı yeterliydi dedik ve yaptık” deyin! Bu kadar samimi olabilir misiniz?

Buraya kadar en az beş farklı kusur yazdım insana dair. Bize dair. Bana dair…

Kibir, münafıklık, cahillik, bencillik, eğitimsizlik… Tüm bunların arasında, yolunu bulmaya çalışan, vicdan sahibi bir çocuk! Kendisini, ailesinin kurtarıcısı olarak gören bir Süperman! İsterse görmesin. Ailesi ona o sorumluluğu çoktan yüklemiş bile.

Ne yazık ki doğanın kanunları, masal kitaplarındaki kanunlardan daha gerçektir. Bir aracın markası ve teknolojisi ne düzeyde olursa olsun, sahip olduğu donanım sonuca etki edecek bile olsa, belirli bir hızda giderken tamamen hareketsiz hale gelmesi için belirli bir mesafeye ihtiyacı vardır: İntikal mesafesi + fren mesafesi = Durma mesafesi. Basit fizik dersi konuları.

Çocukların da taşıyabileceği yük, sahip oldukları donanımdan etkilenecek olsa bile, belirli bir ağırlıkla sınırlıdır. O yüzden diyorum ki, eşek kadar adam olup Herkül gibi kaslarla taşımaya üşendiğimiz yükleri çocuklarımıza aktaracaksak eğer, durup bir düşünmemiz gerekmez mi?

Hadi düşünmedik, o halde samimi olmamız gerekir! Çünkü çocuğa “hasta, psikolojisi bozuk” demek sadece sonucu değerlendirmektir. Bu da pek samimi gelmiyor bana. Kim hasta etti bu çocuğu?

Lakin Sezen Aksu diyor ya hani:

Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem
Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir
Acının insana kattığı değeri bilirim, küsemem
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir

Biraz da böyle baktığımdan hayata, kendimde sevdiğim özelliklerin bir kısmını acıdan geçmeyi reddeden insanlara borçlu olduğumu düşünürüm.

Vicdan mı? Bilemiyorum.

Hadi biraz daha ileri saralım: 

Arkadaşlar, sizlerle ne kadar arkadaşız acaba? Birbirimize ihtiyacımız olduğu kadar mı yoksa birbirimizle paylaşmaktan keyif aldığımız kadar mı?

İçerisinde hiçbir çıkar yok mu?

Bir düşünün bakalım:

  • Bazen, birinin bilgisinden faydalanabilmek de bir çıkardır.
  • Bazen, borç para isteyebilecek biri olduğunu bilmek de…
  • Bazen, “o başarıların sahibi benim arkadaşım” diyebilmek, “işte ben buraya ait bir insanım” demektir ve bir çıkardır aslında. Belki? Sen söyle!
  • Bazen, onun çevresinden istifa edebilme dürtüsünde vücut bulur çıkarlar.
  • Bazen de kendinden daha derin birinin fikirlerine itiraz edebilme lüksüne sahip olmak, kendini böyle şımartmak ve ödüllendirmek istemendir çıkar.

Ben böyle sayısız madde yazarım da kimse üzerine alınmayacağı için kısa tutmayı tercih ederim. Neticede kendine samimi insanların daha fazla maddeye ihtiyacı olmasa gerek.

Ya sen sevgili; seni nasıl yatıralım masaya?

Gerçekten yılların tüketemeyeceği bir aşk mıdır sendeki yoksa düzen sevdan mı? Aşık olduğun konusunda kendine dürüst müsün yoksa madem birlikteyiz o halde aşık olmayı tercih edeyimci misin? Ne kadar samimisin bu konuda?

Misal, senin hayatıma kattıkların gibi, benim de senin hayatına kattıklarım ve birbirimize katacaklarımız yüzünden mi ısrarcıyız bu sevdaya? Sorgula ama çekinme. Tüm cevaplar insana dair. Hiçbirisi ayıp değil, günah değil. Bir samimiyet sorgulatıcısıdır bu yazı. Yorum veya cevap istemez. Herkes kendine cevap versin ister.

Nedir sevgilileri sonsuz olmaya zorlayan güç?

Sonsuz olmak isteyişlerimizden midir bu önlemler?

Ve bu gizli kurallar, önlemlerin bir neticesi midir?

Zorla sevda mıdır aslında ödenen tüm bedeller?

Biraz da sana soralım sevgili iş arkadaşım:

Yerimi anında doldurabilecek ve beni aratmayacak birileri hazır bekleseydi, yine de çeker miydin kaprislerimi? Mesela, işime yansıyacağından şüphe duymasan yine de özel hayatımdaki problemlerime çözüm arar mıydın?

Ama ne yalan söyleyeyim: Yine en samimilerden biri de sensin. Bunu kinayeyle söylemiyorum. Profesyonel dünyada (iş dünyasında) herkesin yerinin kolaylıkla doldurulabildiğini bilirim. Buna rağmen yerimi doldurmak istemeyişin veya benim senin yerini doldurmak istemeyişim, diğer tüm amatör dünyalardan daha gerçek geliyor bana.

Çünkü:

Şartların Eşit Olmadığı Yerde Samimiyet Sorguya Muhtaç Olur.

Benim yeni bir iş bulmam ne kadar kolaysa senin de yeni bir yazar bulman o kadar kolay sanırım. Eşit şartlardaki dostluğun sorguya muhtaç tarafı azdır zannımca.

Madem bu kadar kustum, hazır ipucu da vermişken, benim için samimiyet nedir bahsedeyim.

Samimiyet Nedir?

Samimiyet: İçinden geldiğince olabilme halidir. İçtenliktir.

Bizler, içten olabilmek için eşit şartlarda olmak zorundayız. Öteki türlü, menfaatlerimiz duygularımıza, duygularımız davranışlarımıza sirayet ediyor olabilir.

Ve menfaatten saymadıklarımız da buna dahil.

O yüzden ben gerçek dostluğu, birbirine hiç ihtiyacı olmayan arkadaşlarda gördüm.

O yüzden ben gerçek aşkı, birbirine hiç ihtiyacı olmayan insanlarda gördüm.

Ben böyle gördüğümdendir; kimseye ihtiyacım olmasın, kimsenin de bana ihtiyacı olmasın istedim. Ancak o zaman samimi duyguları paylaşabileceğimizi düşündüm.

O yüzden birey olmak istedim.

O yüzden “hasta” diye yaftalandım. Bazen de şımarık!

Ve bu yüzden, psikolojik mücadele veren, ince ve derin ruhlu insanların “hasta” sayıldığı dünyada, yazımı ötekilere atfettim.

Şartların Eşit Olmadığı Yerde Samimiyet Sorguya Muhtaç Olur.

samimiyet

“Anlatmaya Üşendiklerimi Yazıyorum”
-MiskinAdam


Yeni yazılarımı Instagram'da duyuruyorum. Takip et, iletişimde kalalım ✔️

4 Yorum “Şartların Eşit Olmadığı Yerde Samimiyet Sorguya Muhtaç Olur

  1. Begonvil Sokağı Reply

    Ben hızlıadam.com’da içerik, blog ve sektörel yazılarda bile onaylanmak için değil kendisi ve başkalarına yardımcı olmak adına yazıldığını hissettim hep. Yıllardır da okurum, asıl mesele de samimiyet ve dürüstlük zaten.
    Ben de aynı fikirdeyim. Yazdığım, araştırdığım her konu zenginleştirdi zihnimi. Azcık da olsa başkalarına da dokunduysam ne mutlu.
    İnsanların birbirini malzeme yapması, desinler diye yaşaması ne acı birşey.
    Belki yazılar da bu yol ayrımını bekliyor, zihin içinde el çırpan fikirler, kelimeler var. Yaşasın sadece o ve biz diyorlar. Az insan çok huzur diyorlar ya, üzücü ama doğru. Olsun bi de az çoktur var. Yolunuz hep açık olsun Mislin Adam.
    Selamlar..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yeni yorumları e-posta aracılığıyla bana bildir. Ayrıca yorum yapmadan da abone olabilirsiniz.

Bu yazı ilgini çekti mi?

Yeni yazılarımı Instagram‘da duyuruyorum. Takip et, iletişimde kalalım ✔️